Başkanın Mesajı

YOLA REVAN OLURKEN…

Sivil toplum örgütleri mensubu olduğu toplumun değerlerini taşımalı, kendi toplumlarının medeniyet tasavvurlarını/çıkarlarını korumalıdır. Toplumsal sorunlarla ilgilenmeli, bu sorunlarla ilgili olarak bireyleri uyarmalı ve onları harekete geçirmeye çalışmalıdır. Toplum içinde en fazla mağdur olan kesimlerin hak ve menfaatlerini korumalı, gerektiğinde onların vekilliğini üstlenmelidir.
Sivil toplum kuruluşlarının yüzü milletimizin tarihi tecrübelerine/irfani birikimlerine, milli ruhuna dönük olmalıdır. 

Bugün toplum hayatımızda kaynağını tarihten, dinden, geleneklerden, geçmiş mücadelelerden, diğer bir deyişle ortak bellekten/irfani tecrübelerden alan bir kamusal adalet/kamusal vicdan anlayışının ihyası gereklidir. Nesillerimizin beyniyle düşünen, olayları ve insanları vicdanıyla değerlendiren, kendine güvenip, tarihini, iç dünyasını ve idealini nakış nakış işleyip üreten bir zihin yapısıyla yetiştirebilirsek, toplum hayatında mutlu insanların var olduğu bir ülke haline gelmiş oluruz.
Bu kapsamda manevi değerlerimizin merkezine oturmuş olan “adalet” kavramını içselleştirmiş siyasi/sivil yapılar ve milletimizi oluşturan fertler çoğaldıkça, geleceğe daha umutla bakacağımız açık bir şekilde ortadadır. Zira manevi bağlardan arınan birey ve toplumlar, bunalımın çıkmaz sokaklarında yok olmaya mahkûmdurlar. İnsanı, kendine ve topluma karşı sorumlu davranmaya sevk eden en önemli manevi değerlerin başında da  “adalet duygusu” gelir.Bu kapsamda başta “sosyal adalet” duygusu olmak üzere, manevi değerlerimizin  toplum hayatımıza hâkim kılınması için öz veriyle hareket edilmelidir. 

Bugün üretim ilişkililerini değiştirerek geleneksel toplum yapısını yerle bir eden modernleşmenin en büyük hatası, adaleti ayakta tutacak olan ahlak kurallarını kaynaklık eden manevi değerlerini ilk zamanlar yok sayması, ilerleyen süreçlerde ise seküler hale dönüştürmesidir. Modernleşme bireyden toplama kadar tüm hayatı seküler mahiyette kuşatan bir boyutta yeni yapılara atıf yapan bir süreçtir. Bir yönüyle insanlığa daha refah içeren bir hayat  sunarken diğer bir yönüyle de sonunu getirecek riskleri içinde barındırmaktadır. Bu risklerin en büyüğü adalet kaybıdır. Modern dünyanın iktidar ilişkileri çıkar zemini üzerinde oturtulunca insani ilişkiler doğal mecrasından çıkmıştır.
Nihayetinde modernleşme bu boyutu ile adalet duygusundan yoksun sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi bir hayat inşa etmiş ve insanlar arasında bir ötekileştirme ve kutuplaştırma sürecinin başlamasına sebebiyet vermiştir. Bu olumsuz süreçleri bertaraf ederek toplumsal huzuru ve güveni yeniden tesis etmenin ve kalıcı hale getirmenin yolu, nimet ve külfetlerin topluma adil bir şekilde dağıtılması manasına gelen  “sosyal adaleti” sağlamaktan geçmektedir. 

Küreselleşmenin Türk devlet geleneğinin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” felsefesini negatif yönde aşındırması ve oluşturduğu kentleşme kültürünün aile ile mahalle kurumu ve yardımlaşma, dayanışma, birlik, beraberlik anlayışının tezahürü olan vakıf benzeri yapıları deformasyona uğratarak, toplumun ortak değerlerinden uzak “homo economicus/ekonomik insan” modelini ön plana çıkarması neticesinde, toplumun ihtiyaç duyduğu sosyal politikaları hayata geçirmek için medeniyetimizin ruh kökünün bir ürünü olmayan, ruhsuz ve soğuk bir yüze sahip “sosyal devlet” kavramını gündeme taşımıştır. 
Neo liberal küreselleşmenin dünya genelinde oluşturduğu mağduriyetlerin ülkemize yansımış olan boyutlarını giderme adına Anayasamızda ifadesi bulan “sosyal devlet” kavramı ile işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı, sosyal güvenlik, sosyal diyalog, eğitimde fırsat eşitliği, sosyal haklar, örgütlenme, dezavantajlı gruplar vb konularda devlete sorumluluk yüklenmesine rağmen işleyişte ise bir çok sıkıntının yaşandığı ortadadır.
Türk toplumunun, sanayi toplumuna geçişle birlikte değişimine uğrayan toplum yapısında ortaya çıkan sosyo-ekonomik  ve sosyo-kültürel sorunların çözümünü bir kavram olarak anayasaya koyulan “sosyal devlet” kavramından beklemek yeterli bir bakış açısı değildir. 

Mevcut hali ile milletimizin ihtiyaçlarını yeterince  karşılamaktan uzak olan “sosyal devlet” anlayışının her şeyi çözeceğini beklemek sağlıklı sonuçlar doğurmayacaktır. Yapılması gereken şudur: Toplum yapısını, geleneğe dayanan sosyal politika kurumları ile muhafaza etmeye çalışan Türkiye’nin, mevcut durumunu çağımızın modern sosyal politika kurumları ile tahkim ederek geliştirmesi gerekmektedir. Başta aile kurumu olmak üzere, gönüllülük esası üzerine çalışan sivil toplum örgütlerinin işleyişini düzenleyecek ve sağlıklı bir zemine kavuşturacak anlayışların, süratle hayata geçirilmesi, medeniyetimizin ruh kökleriyle tam örtüşemeyen sosyal devlet anlayışını akması gereken normal mecraya çekecektir. 

Biz İnsani Değerler Hareketi Derneği olarak bu sürece en yüksek düzeyde katkı vermeye gayret edeceğiz. Gayret bizden başarı Yüce Mevladandır…